Neden Arapça?
Bilimsel bir konu
incelenirken o konuyu anlamak ve incelemek için konu ile ilgili terimleri
bilmemiz gerekir. Bu terimleri iki şekilde öğrenebiliriz. Birincisi ve en
temeli bu terimlerin dilimize çevrilmesidir. Böylelikle her vatandaşın terimsel
bile olsa konu ile ilgili anlayabileceği bir sözcük kullanmış oluruz. Oluşturduğumuz
yeni terim konu ile ilişkili olacağından hem bireyin konuyu daha kolay
kavramasını sağlanacaktır hem de dilimiz gelişmiş olacaktır. İkincisi yol ise
terimlerin dile olduğu gibi, yabancı sözcük olarak geçirilmesi ve bu şekilde kullanılmasıdır. Bu kullanım şekli genelde konunun kavranmasını zorlaştırır, terimleri anlaşılmaz, doğru söyleemez, hatırlanamaz. Çünkü terimlerin günlük kullanım dili olan türkçe ile ilişkisi yoktur, anlam vermek ancak konuyu yabancı dilde kavramak ile mümkün olur.
Dilimizde çok
güzel kelimeler türetilmiştir. Şu anda aklıma gelen birkaçı
‘süzgeç’, ‘kavram’, hepimizin ‘öbür gün’ diye bildiği ‘o bir gün’, ‘hesap
makinası’ (ancak burada ‘hesab’ arapçadır), ‘bilgisayar’, ‘tekdüze’, ‘kimlik’, ‘bilimadamı’
ve bunun gibi daha birçok anlamlı sözcük türkçeye kazandırılmıştır. Bu asla Türkçülük
veya Türk Dili geliştirme saplantımız olduğu nedeniyle değil, bu sözcüklerin hepimizin
anlayabileceği ve kullanabileceği ve sahiplenebileceği ortak bir noktası olması
ile ilgilidir.
Bilimsel temelli
konular için bu teknik terim meselesi ('teknik' de ingilizceden gelmiştir ya) çok
da önemli değildir diyebilirsiniz. Çünkü öyle ya toplum teknik konular ile çok
ilgilenmez. Bilim adamları kendi bilgi düzeylerinde bu konuyu tartışabilirler
ve toplumun da bu konudaki tartışmaları bilmesine, duymasına ve anlamasına gerek
yoktur? Bu önermeyi doğru bulmamak ile birlikte şimdilik geçerli
sayalım. Peki ya bu teknik konu inanç
olursa ne yapacağız? Hala konunun bilimadamları (yada hocalar)
tarafından tartışılıp toplumdan koparılmasına sessiz kalabilir miyiz?
İnanç bireysel
bir seçimdir ve bireysel olarak yaşanır. Kuran'da anlatıldığı gibi hesap günü geldiğinde kimsenin kimseye bir yararı olmayacaktır ve bir başkasının yaptığından sorumlu olmayacaktır ve kimse kimseye kefil olamayacaktır. İnsan sadece kendi yaptıklarından, bildiklerinden, farkındalıklarından, iyiliklerinden, kötülüklerinden, bilincini ön planda tutup yaptıklarından sorumlu olacaktır. Bu nedenle inanç ve inanca ait olanlar terimler teknik sayılamazlar.
Bir inancı seçen kişilerin çoğunluk olduğu toplumlarda doğal olarak o inancı destekleyen gelenek ve görenekler oluşur ve yerleşir. Hatta inançları ile ilgili sezgilerini sözcükler ile ifade etme gerekliliği sonucunda da yeni sözcükler yani terimler türetilir ortak dilde. Ancak eğer inanç başka bir toplumdan alınmış ise o zaman o toplumun dilindeki terimler - genelde anlamları çok da bilinmeden -kullanılmaya başlanır. Bunun yanında inancın geldiği toplumun gelenek ve görenekleri de sanki o inancın temeliymiş gibi bilinmeden alınabilir ve kullanılabilir. Gelenek ve görenekler her ne kadar inancı desteklemek yada yaşamak için ortaya çıkmışsa da bir toplumdan diğerine değişebilir. Asıl olan ise bireyin inancını davranışlarında, iletişiminde ve içinde yaşamasıdır. İşte bir inancı doğru tanıyabilmek ve hem toplum hem de bireyler olarak doğru yaşayabilmek için inancı doğru anlayabilmek gereklidir. İnancı doğru yaşayabilmek için inancın kuralları ile toplumun kurallarını birbirinden ayırmak, inancı yeni toplumlara uyarlayabilmek için de yeni toplumun her bir bireyinin bu inanç ile ilgili terimleri anlayabilmelerini sağlamak gereklidir.
Bir inancı seçen kişilerin çoğunluk olduğu toplumlarda doğal olarak o inancı destekleyen gelenek ve görenekler oluşur ve yerleşir. Hatta inançları ile ilgili sezgilerini sözcükler ile ifade etme gerekliliği sonucunda da yeni sözcükler yani terimler türetilir ortak dilde. Ancak eğer inanç başka bir toplumdan alınmış ise o zaman o toplumun dilindeki terimler - genelde anlamları çok da bilinmeden -kullanılmaya başlanır. Bunun yanında inancın geldiği toplumun gelenek ve görenekleri de sanki o inancın temeliymiş gibi bilinmeden alınabilir ve kullanılabilir. Gelenek ve görenekler her ne kadar inancı desteklemek yada yaşamak için ortaya çıkmışsa da bir toplumdan diğerine değişebilir. Asıl olan ise bireyin inancını davranışlarında, iletişiminde ve içinde yaşamasıdır. İşte bir inancı doğru tanıyabilmek ve hem toplum hem de bireyler olarak doğru yaşayabilmek için inancı doğru anlayabilmek gereklidir. İnancı doğru yaşayabilmek için inancın kuralları ile toplumun kurallarını birbirinden ayırmak, inancı yeni toplumlara uyarlayabilmek için de yeni toplumun her bir bireyinin bu inanç ile ilgili terimleri anlayabilmelerini sağlamak gereklidir.
Günden güne arapçadan
yeni sözcükler getirilip güncel hayatta kullanılıyor ve bu kibir bir ayrıcalıkmış gibi ortaya konuyor. İngilizce
sözcük kullananlar kendini beğenmiş, yabancı özentisi olabiliyor iken konuşmalarında
arapça sözcük kullanalar neredeyse ‘aliim(ar):bilgin(tr)’ ve hatta dindar oluyorlar. Neden?
Acaba arapça sözcükler belirli bir kesimi yada inancı mı sembolize ediyor? Soralım!
Örneğin ‘kayyum’ sözcüğü Kuran’da Allah’ın niteliklerinden biri için kullanılır
ve ‘hayat veren’, ‘can veren’, ‘dirilten’ anlamındadır. Sözcüğün tek başına anlam
olarak bir kutsallığı olmamalı ki son zamanlarda her yere bir ‘kayyum’
atanıyor. Yok eğer bu sözcükler kutsal ise ve dini terimler ise o zaman neden kullanılıyor. Yok hayır, sözcüklerin
kutsallığı yok ise, o zaman neden kendi dilimizde bir sözcük kullanmıyoruz?
Osmanlı Devleti yönetiminde
de aynısını yapılmış idi. Osmanlı toplumu türkçe konuşurken, ele geçirilen
topraklardaki toplumların haklarının korunabilmesi ve devletler arası ilişkilerin
düzenlenebilmesi gerekliliği ile türkçe arapça alfabesi kullanılarak yazılmaya başlamıştı. Bugün hala
Cumhuriyet ile Türk toplumunun dili değiştirilmiş gibi tepki gösterenler, harf devrimini dil devrimi zannedenler var ne yazık ki. Hayır, değişen sadece sadece harfler olmuştur, dil değil. Harfleri öğrenmek dili öğrenmek değildir. Bugün türkçeyi latin harfleri ile yazıyor ve okuyor olmamız, ispanyolca, fransızca, ingilizce vb latin harfler kullanan dilleri konuşabiliyor ve anlıyabiliyor olmamızı sağlamıyor. Arapça harfleri biliyor olmak da Kuran'ı anlayabilmeyi sağlamıyor.
Osmanlı bilim ve sanat çevrelerinde arapça ve farsça birçok terim kullanılmaya başlanmış ve bu dil saray topluluğunun dışına da yavaş yavaş yayılmış, Tanzimat önce ve sonrası edebi eserlerde gördüğümüz şeklini almıştır. Bu eserler okunduğunda dilimize geçen birçok arapça ve farsça sözcüğün vermiş olduğu ağırlık kayda değerdir. Evet, geçmişimize sahip çıkıyoruz, soyumuzu biliyoruz ve atalarımızı bağrımıza basıyoruz, Allah hepsine rahmet eylesin. Geçmişimizi olduğu gibi kabulleniyoruz, eleştirmiyoruz ancak geçmişimizden öğreniyoruz, ders alıyoruz, almak zorundayız. Atalarımız geçmişi şekillendirdiler, bizler ise bugünü şekillendirenler olarak tarihde yerimiz alacağız.
Cumhuriyet ile Türk toplumunun dili değiştirilmiş gibi tepki gösterenler, harf devrimini dil devrimi zannedenler var ne yazık ki. Hayır, değişen sadece sadece harfler olmuştur, dil değil. Harfleri öğrenmek dili öğrenmek değildir. Bugün türkçeyi latin harfleri ile yazıyor ve okuyor olmamız, ispanyolca, fransızca, ingilizce vb latin harfler kullanan dilleri konuşabiliyor ve anlıyabiliyor olmamızı sağlamıyor. Arapça harfleri biliyor olmak da Kuran'ı anlayabilmeyi sağlamıyor.
Osmanlı bilim ve sanat çevrelerinde arapça ve farsça birçok terim kullanılmaya başlanmış ve bu dil saray topluluğunun dışına da yavaş yavaş yayılmış, Tanzimat önce ve sonrası edebi eserlerde gördüğümüz şeklini almıştır. Bu eserler okunduğunda dilimize geçen birçok arapça ve farsça sözcüğün vermiş olduğu ağırlık kayda değerdir. Evet, geçmişimize sahip çıkıyoruz, soyumuzu biliyoruz ve atalarımızı bağrımıza basıyoruz, Allah hepsine rahmet eylesin. Geçmişimizi olduğu gibi kabulleniyoruz, eleştirmiyoruz ancak geçmişimizden öğreniyoruz, ders alıyoruz, almak zorundayız. Atalarımız geçmişi şekillendirdiler, bizler ise bugünü şekillendirenler olarak tarihde yerimiz alacağız.
Konumuza geri dönelim. ‘din:inanç’ sözcüğünü ele alalım. Din denildiğinde
zihnimizde oluşan algı ile ‘inanç’ denildiğinde zihnimizde oluşan algı ile aynı oluyor
mu? Hayır, oysa ki aynı anlamı taşıyorlar. Yani araplar 'din' terimini kullandıklarında 'inanç' anlıyorlar. Ancak biz daha çok inanç şeklini anlıyoruz. Bunun gibi yanlış anlam yüklediğimiz birçok arapça sözcük ver dilimizde. Olsun, bunları kullanıyoruz ve bu sözcükler için hepimizin zihninde oluşan algı aynı. Ancak iş Arapça yazılan bir metini doğru anlayabilmeye gelince biraz değişiyor.
Son Kutsal Kitabı ve içindeki bildirileri nasıl anlayabileceğiz? Kutsal Kitapta ne denildiği konusunda ortak bir dil oluşturamadıktan sonra nasıl aynı inancı yaşayabileceğiz? Bu Kitap hepimize indirilmedi mi? Burda verilenlerden sorumlu değil miyiz? Eğer
bu Kutsal Kitap okunup anlaşılamayacak ise Allah
bizleri nasıl içindekilerden sorumlu tutacak? Arapça
bilmeyenler nasıl okuyabilecekler? Eğer okuyamayacaklar ve başka bir dile kesinlikle çevirilemez ise Allah bu Kitabı sadece Arapça bilenlere yani araplara mı indirdi?
Bir ‘mümin(ar):inanır olan’ olarak bizler, inanç konusunda, genelinde dünyada yapılanlar ile, özelinde ise
bildiklerimiz ve yaptıklarımız ile Allah’a layık bir kul
olduğumuzu düşünebiliyorsak ne mutlu bize. Yok eğer içimize birşeyler sinmiyor ise,
bilmediklerimiz, anlayamadıklarımız, şüphe ettiklerimiz var ise o zaman vay
halimize! Soralım, sorgulayalım ve en önemlisi tek doğru bilgi kaynağımız olan
Kuran’dan araştıralım. Bilelim ki Kuran inanan bir kişinin ihtiyacı olan tüm
bilgiyi içerir. İnanan bir kişi için tek yol Kuran’dır. O zaman okuyalım ve anlayalım, türkçe okuyalım türkçe kavrayalım; anlayalım ve inanalım.
No comments:
Post a Comment
Yorumlarınızı ve isteklerinizi buradan iletebilirsiniz.
Yada anlaveinan@gmail.com adresine gönderebilirsiniz. İletileriniz paylaşılmasını istemediğiniz durumlarda yayımlanmayacaktır.