Mutluluk Arayışı ve İnanç (1)
Mutluluğu tarif
etmeniz istendiğinde nasıl tarif edersiniz? Lütfen şimdi kendinize 5
dakika vererek bunu bir düşünün. Mutluluk nedir? Bundan sonraki satırları okumadan önce
kendinize 5 dakika verin ve düşünün “benim için mutluluk nedir?” Şimdi derin bir nefes
alın, sabırsızlanmanıza gerek yok,
yazı siz düşündükten sonra da orada olacak. Şimdi rahatlayın, sakinleşin ve
düşünün “ben nasıl mutlu olabilirim?”.
Herhangi bir
konuyu tartışmadan önce ilk olarak bir tanım koymak gereklidir ki tartışma
ortak bir nokta üzerinde gelişsin. Evet, bu gerçek
bir tartışma değil onun için biraz daha rahatım, ancak sizlere fikrimi kabul
ettirmek için ilk sözü benim aldığımı ve savımı ortaya koyduğumu ve bir sonraki
sözün de sizin olacağını düşünebilirsiniz.
Mutluluk insanda
sonradan kazanılmış bir duygu mudur? Mutluluk gerçek midir? Mutluluk ne kadar
sürer? Mutlu olmak nelere bağlıdır? Mutluluk sınırı var mıdır? Mutluluk nedir
diye sorduğumda Google bana ilk şu cevabı veriyor: bütün özlemlere, bütün isteklere eksiksiz bir biçimde ve sürekli olarak
erişilmekten duyulan kıvanç durumu. Tabi bu biraz iddialı bir tanımlama, bu
tanım bence delilik için kullanılabilir. Ama bunu biraz daha yumuşatırsak şöyle
bir tanım ortaya çıkar: bazı özlemlere, isteklere,
sürekli yada geçici olarak erişilmekten duyulan kıvanç durumu. Karşılaştığım
başka bir tanım da mutluluk hayatın
amacıdır diyor. Gerçekten öyle mi?
Mutluluk insanda
sonradan kazanılmış bir durumdur. Şimdi hemen itiraz ediyorum ve diyorum ki “peki
doğduktan sonra annenin yüzüne bakarak gülen bebek mutluluktan gülmüyor mu? Bu bir
refleks mi yoksa? Evet, muhtemelen mutluluktan gülüyor çünkü o bebek de annesinin
karnındaki o sıcak ve huzurlu yuvada annesine bir kordon ile bağlanmış yüzerken
annesi mutlu olduğunda hormonlar salgılar iken bu hormonlara maruz kalıyor ve
mutlu oluyordu. Yani aslında bebek doğduğunda mutluluğu biliyordu. Şimdi bir
sera bebek düşünün; makine tarafından büyütülen, anne olan bir canlıdan yoksun,
bağımsız büyüyen bir bebek. Sadece kendisine gerekli olan besini alıyor ve
hormonların hiçbirine maruz kalmıyor. Ne üzüntü, ne sevinç, ne açlık, ne
tokluk, ne endişe, ne heyecan... Bebek yine de güler miydi sizce?
Şimdi sizden yazımızın
başında yapmış olduğunuz kendi mutluluk tanımınızı hatırlamanızı isteyeceğim. Bu
tanımı dikkat ile inceleyin, bir yere yazıp iki hatta üç defa okuyun. Ben mutlu
olmak için .... yapmalıyım /olmalıyım vb. Benim mutluyluk tanımım şu: Mutluluk
insanın çevresi ile etkileşimi sonucunda bir gereksinim olarak geliştirmiş olduğu genellikle
bir şarta bağlı olarak gelişen hormonal bir dengesizlik halidir. Şimdi
mutluluğu bir şarta bağlı olmayanlar el kaldırsın. İnsan bu dengesizlik hali
boyunca kendisini sevinç dolu hisseder, içi içine sığmaz, konuşkan olur, güler,
sevecen ve hoşgörülü davranır. Ve bu hal ve davranışların hiçbiri kalıcı olmaz.
Mutluluk durumunu oluşturan şart ortadan kalktığında yada bu duruma
alışıldığında yada salgılanan hormonların etkisi geçtiğinde bu mutluluk belirtileri de ortadan kalkar ve insan kendine has
normal durumuna döner.
Burada bir parantez açmak ve şunu
önemle belirtmem gerekir ki her bireyin kendi geçmiş duygusal tecrübelerinden
kaynaklanan bir duygu normali vardır.
Duygu normali insanın sabah kalktığında, yada bir süre yalnız kaldığında
yada genel hal ve davranış olarak içselleştirmiş olduğu kişisel duygusal halidir. Bu genel durum
diğer bireylerce o kişinin özelliği olarak algılanır. Karşımızdaki insanı bu genel
duygusal halinden dolayı karamsar, depresif, sevecen, hüzünlü, mutsuz, soğuk,
sıcak vb birisi olarak tanımlarız. Yukarıda da belirttiğim gibi bu durum o
kişinin geçmiş yaşantısının yada düşünsel yapısının o kişi üzerindeki etkisidir.
Bu duygusal temel kimlik kişinin hayatı boyunca aynı kalabilir yada
değişebilir. Ancak değişmesi kişinin kendi durumunun farkında olması ile mümkündür.
Sanırım artık şunu söyleyebiliriz “mutluluk hali terazinin bir tarafı, mutsuzluk hali diğer
tarafı olsa ve terazi mutluluktan yana ağır gelse insan mutlu, mutsuzluk tarafı
ağır gelse mutsuz hissedecektir". Her iki durumda da kişi hormonların etkisiyle
normal üstü bir duygulanım durumuna geçecek ve hormon etkisi ortadan
kalktığında kendi normaline dönecektir. Bu durumda insanın gerçeği ne mutluluk, ne de mutsuzlukdur.
Gerçek, denge halidir ve her iki kefenin de eşit olduğu denge halinde
hissedeceği duygudur. İdealde tam denge halinde kişi hiç birşey
hissetmemelidir. Ne mutlu olmalı, ne de mutsuz olmalıdır. Bağımsız olmalı,
duygulardan ve hislerden bağımsız olmalı ve hiçbirşey ile duygusal etkileşim
içerisinde olmamalı. İşte gerçek denge budur. Ancak alışmış olduğumuz günlük yaşam bilinci ile bu duruma ulaşmak neredeyse
imkansızdır. Onun için de duygular biz insanlar için hala çok önemli sayılmaktadır.
Şimdi mutluluk mu
arıyorsunuz, bulacaksınız ancak size hissettirdiği duygular geçecektir. Mutluluk isteği, mutluluk durumunda salgılanan hormanlara duyulan bağımlılıktır. İnsanlar zaten
bu yüzden uyuşturulara başvuruyorlar. Çöküntüdeki kişiler mutluluğu
uyuşturucularda arıyabiliyor ve mutluluğu bu kimyasallar ile yine geçici olarak elde edebiliyor. Oysaki mutluluğa geçici bir süre ulaşmak sizi mutlu
etmez. Çökmüş bir kişinin mutlu bir insana doğru yol almasının şartı onu
depresif:çökmüş yapan koşulların yani duygu ve düşüncelerin ortadan kaldırılmasıdır. Taşıma su ile değirmen
dönmez! Alışveriş de sizi mutlu etmez.
Öncelikle mutlu olmak istiyorsak sormamız yada
kendinizle ilgili öğrenmemiz gereken şey şu “ben genelde nasıl birisiyim?” Önce
kendinizi tanıyın. Bu çok önemli çünkü kendi yaşantınız ile ilgili her şartı, her
engeli, her duyguyu kendimiz yaratıyoruz ve bunu daha çok 'beklentilerimiz' ile yapıyoruz. Şimdi hemen “ama o böyle yapıyor,
bu şöyle diyor, oyum yok, buyum çok“ bahanelerini gelebilir. Bırakın, bizler diğer
insanlardan duygusal olarak bağımsız birerleriz ve insanların bizim duygusal alanımıza
girmesine izin vermemeliyiz. Yani duygularımızı başkaları değil biz kontrol etmeliyiz.
Bizi mutsuz yapan birisi bizi kızdırmak istiyordur, kızmamalıyız. Bize bağıran
birisi bizi suçlu hissettirmek istiyordur, suçlanmamalıyız. Bize tokat atan birisi bizi incitmek istiyordur, incinmemeliyiz. Sadece bu insanların kendi içlerinde
huzur bulmaları için dua edebiliriz. Bu davranışlarda bulunan insanlar dengelerini
kaybetmiş insanlardır. Biz ancak tepki vermeyerek onlara yaptıklarının ne kadar kötü
birşey olduğunu gösterebiliriz belki. Bize bağıran birisine sessiz kalıp da sadece acı bir
gülümseme ile, kırılmışlık ile bakarsak ve tüm duygularımızı o bakış ile ona geri yollarsak inanın o bizden daha çok incinecektir ve ne yaptığının
farkına varacaktır. Ancak aynı tonda cevap verdiğimizde biz de ona benzeriz, dengemiz bozulur ve
karşınızdaki yaptığının farkına varamaz. Bunu bir düşünün.
Buraya nereden
geldik? Mutluluk dedik; evet mutluluk şartlara bağlıdır dedik; geçici bir
durumdur dedik; ve çevreniz ile etkileşimler sonucunda ortaya çıkar yada
kaybolur dedik. Bu durumda mutluluk aranılması gereken bir durum değildir dedik. Aslında aranılması gereken durum dinginlik yada denge halidir. Dengeli
bir insan mutlu olmaya ihtiyaç hissetmez çünkü hayatında kendisine koşul koymamıştır.
Mutluluk duygusuna yada bu duygu ile ilişkilendirdiği kişilere yada objelere yada
statülere bağlı değildir. Dengeli insan bağımsızdır, mutluluktan da
bağımsızdır, mutlu hissettiren bir başkasından da.
No comments:
Post a Comment
Yorumlarınızı ve isteklerinizi buradan iletebilirsiniz.
Yada anlaveinan@gmail.com adresine gönderebilirsiniz. İletileriniz paylaşılmasını istemediğiniz durumlarda yayımlanmayacaktır.